bekledi. Artık
evlenme sözü vermişti. Sözlü
sayılırlardı. Karşı koymak zorunda
değildi. Daha evvel de kendisini
öpmüştü. Bir öpücükten daha ne
çıkardı ki?
Ama Turgut birden onu saldı ve
ayağa kalktı. Yüzündeki tatlı
gülümsemesi ile “Gidelim o
halde...“ diye mırıldandı. Vildan da
ayağa kalktı. Adamın kendisine
uzattığı tokalarını çantasına attı.
Kaldırımda arabaya doğru
giderken, koluna girmedi.
Kızgındı...
Çantasını sımsıkı tutmuş, yanındaki
adama bakmamaya
çalışıyordu. Neredeyse hevesle
öpmesini kendisi istemişti ama
beyefendi onu öpmemişti. Bu çok
aşağılatıcı bir şeydi.
Arabaya bindikten sonra geri dönüş
yolunda Turgut ona şöyle
bir baktı. Kızın kızgın olduğu
belliydi. “Niye kızdın şimdi?” diye
sordu gülümseyerek. “Saçlarına
dokundum diye mi?”
“Hayır!” dedi Vildan biraz sertçe.
“Hiçbir şeye kızmadım...”
“Bir şeye kızmışsın!” Kaşlarını
kaldırdı. “Düğünü İstanbul’da
yapalım dedim diye mi?”
“Lütfen beni rahat bırakır mısın?
Hiçbir şeye kızmadım.
Sadece çok hızlı evlenecek
olmamız biraz beni korkutuyor.”
Attığı
yalan yüzünden başını çevirip
karanlıkta ay ışığıyla yansıyan
dağları seyretti. Bir daha da
konuşmadı. Dişleri hep sıkılıydı.
Otele
vardıkları zaman, henüz çoğu kişi
ayaktaydı. Arabadan indikten
sonra Turgut anahtarını kıza uzattı.
“Al bakalım anahtarını... Araban
güzel ama yine de başka
araba alalım sana.”
Vildan cevap vermedi. Öfkeli,
kısılmış gözleri adamın
yüzündeydi.
“Sen de biraz alıngansın herhalde
Ataman Bey...? Anahtarımı
istemiyorum. İzmir’e beraber
gitmeyecek miyiz?” Sesi kızgındı.
“Evet!”
“İyi o halde. Niye veriyorsun?”
“Az önce benden geri istemedin
mi? Bu küçük arabayı
sevdiğin belli! Al hadi, bana lazım
değil zaten...!”
“Gerek yok. Sen sürerken ben
etrafımı seyredebiliyorum.
Şimdi bagajı aç da eşyalarımı
alayım.”
Paketlerini çıkarırken, odasının
kapısına kadar Turgut da ona
eşlik etti. Poşetlerin çoğunu o
almıştı. Kızla beraber odaya girip
elindekileri koltuğa bıraktı.
»Sizden Gelenler
»Oxu zalına keç
