fakslarsın.”
“Tamam... Olur!”
“Annemi alayım şimdi. Kızgın mı?”
Babası güldü. Kendisini toplamış
gözüküyordu. “Biraz
şaşkın! Hadi ona veriyorum.
Herkese selam söyle!”
Annesi telefonu aldığında sesi hem
şaşkın hem de biraz
kızgındı. “Kızım, bu düğün
meselesi de ne?” dedi.
“Düğün değil anne. Düğün
planladığımız gibi öbür ay olacak.
Bu sadece nikâh... Babası için...
Babam sana anlatır. Cumaya
bekliyorum. Erken gelirseniz daha
iyi olur. Yarın gelemez
misiniz?”
“Yarın Perşembe... İmkansız!
Bilmiyorum... Ama belki
babanı kandırırım. Kıyafet mıyafet
de lazım şimdi! Ne gerek var iki
iş birden yapıyorsun kızım. Öbür
ay hem nikâhını hem de
düğününü aynı gün yapardık...”
“Gelince daha ayrıntılı anlatırım
sana anne! Hadi, kızma
bana... Seni seviyorum. Beni ara,
haberdar et...”
Nesrin Hanım telefonu
kapattığında, Vildan da telefonunu
cebine koyup, diğerlerinin yanına
gitti. Ailesinin selamlarını iletip,
Turgut’un yanındaki yerine oturdu.
Suyuna uzanıp bir yudum
alırken Turgut sordu.
“Nasıl gitti? Kızdılar mı?”
“Niye kızsınlar? Babam zaten sana
tapıyor. Sadece biraz
şaşırdılar. Belki yarın gelirler.”
“Uçak bileti ayarlayayım mı?”
“Gerek yok... Babam arabasıyla
gelmek isteyecektir. Sever
öyle şeyleri. Belgeyi de sabahtan
bürona fakslayacak. Avukatına
verirsin.”
Yemekten sonra Vildan küçük
Nilay ile satranç oynadı.
Doğrusu çocuk ilkokul birinci sınıf
için iyi oynuyordu. Bir kere de
Salih ile satranç oynadılar. Turgut
kızın yanına oturmuş,
konuşmadan maçı izliyordu. Nilay
oyun yeteneğini babasından
almış olmalıydı. Çünkü Salih’in
hamlelerini engellemek neredeyse
imkânsızdı. Adamın ne kadar zeki
olduğu da meydandaydı. Kendisi
de iyi oynamasına rağmen adama
yenildi. Onu zorlamıştı ama
yenilgiye engel olamamıştı.
“Tebrik ederim..” dedi Salih’e.
“Beni yendin!”
“Sen de çok iyi oynuyorsun.
Turgut’la oynadınız mı hiç?”
“Hayır...” dedi Vildan gözünün
ucuyla nişanlısına bakarak.
“Böyle şeyler için pek vaktimiz
olmadı.”
“O
»Sizden Gelenler
»Oxu zalına keç
