ekmeğini
ısırmaktan vazgeçip tereddütle
sordu. “Gelmemi... istemiyor
musun?”
Turgut da onu süzdü. Artık
gülmeyen yüzü, düşünceliydi.
“Aslında...” diye kararsızca başladı.
Kaşları çatılıydı. Sonra
hafif bir nefes alıp devam etti.
“...aslında istemiyorum!”
Vildan’ın bütün kan beynine hücum
etti. Dişlerini sıktı.
Gözleri sulandı ama güzel
kirpiklerini kırpıştırıp onları geriye
iteledi. Bitmesine az kalmış
ekmeğini tabağına geri koyup
kocasına
usulca sordu. “Neden?”
“Daha evvel konuştuğumuz gibi
olması için... Beni sık
görmeni engellemek için en iyi
çare bu! Telefonla babamı
arayabilirsin. Böylece buraya gelip
beni de görmek zorunda
olmazsın...”
“Ben...” Ne diyeceğini bilmiyordu.
“Sana pazartesi günü bir hesap
açtıracağım. Limitsiz...
İstediğin gibi kullanabilirsin. Söz
verdiğim gibi seni
kısıtlamayacağım. Hayatını istediğin
gibi yaşayabilirsin. Bensiz
tabii... Endişelenme yani! Seni
rahatsız etmeyeceğim. İzmir’e
gelmek zorunda kalırsam da...”
Kararsızca omuz silkti.
“...Bilmiyorum ne olur. Babanı
görmem gereken zamanlar
olacak...
Biliyorsun, artık sizin tersaneye
ortak olmak üzereyim. Bu
durumda size gelmesem ayıp
olur... Bir bahane bulmakta da
zorlanabilirim. Beni bazı akşamlar
görmek seni sıkar mı?”
Vildan dişlerini öyle bir sıktı ki...
Bütün çenesi ağrıdığından,
hemen kendisine geldi. Gözlerini
dimdik adamın yüzüne dikmişti.
O gri gözlerdeki ifadeyi algılamaya
çalışıyordu. Uzun kirpikleri bir
an titredi...
“Hani bize zaman ayırmak
istediğini söylemiştin?” dedi
kızgın bir sesle. “Bana ve
çocuğumuza zaman ayırmak
istiyordun?
Salih’e öyle söylemiştin?”
“Ha o konu mu?” Adam
gülümseyerek başını salladı.
“Endişelenecek bir şey yok. Ben
sırf Salih’in içi rahat etsin diye
öyle söyledim. Yoksa seni rahatsız
edecek falan değilim... Sen
buna mı kafayı taktın?”
“Ben kafamı bir şeye takmadım...”
dedi Vildan öfkeyle.
Siyah gözleri parlıyordu. O kadar
parlıyordu ki, bilmeyen birisi
onları ıslak
»Sizden Gelenler
»Oxu zalına keç
