güldü.
“İnanmam!” dedi gülerken. Onun
numara yaptığından o kadar emindi
ki! Fakat karşısındaki adamın ciddi
gülümsemesini görünce durakladı.
“Gerçekten mi? İşim yok
deyince… Ben de şey sandım…
Eee… Fakat… Bilkent mezunları
genellikle hemen iş bulurlar?”
“Pek memur gibi çalışmayı
sevmediğimi söyleyebilirim…”
“Peki, Asım Hocayı tanıyor
musun?” Bu bir tuzak soruydu.
Ebru üzüntüyle kocasının bu kadar
ileriye gitmemiş olmasını diledi.
Fakat artık çok geçti. Yalanı açığa
çıkınca çok kötü olacaktı. Hemen
bir çare bulmalıydı. Yoksa hem o
hem de kendisi rezil olacaktı.
“Sen Selim’den çok önce mezun
olmuşsun! Eminim Asım Hoca diye
birisi kalmamıştır?” diye atılarak
konuyu geçiştirmeye çalıştı.
“Saçma! Aramızda o kadar yaş
farkı yok! Kaç yaşındasın Selim?
Ben Otuz üç yaşındayım…”
“Ben de otuz bir… Ayrıca Asım
Hocayı iyi tanırım. Onu tanımayan
var mıdır? Gördüğüm en komik
ekonomi hocasıdır…”
“Doğru…” Yakup şaşırmıştı. Ebru
da… “Mankenlikle uğraşan bir de
oğlu mu vardı ne?” diye sordu
Yakup.
Selim o sırada masanın üzerindeki
minik kanepelerden birisini ağzına
atmıştı. Onu çiğnerken dalgın bir
şekilde kaşlarını çattı. Yakışıklı yüz
hatları sakindi ama Ebru’nun
neredeyse kalbi duracaktı.
Yüzünün sararmadığını umdu.
“Bilmem…” dedi Selim yavaşça.
İşte yakalanmıştı. Ebru neredeyse
üzüntüyle iç çekecekti. Yakup’un
yüzündeki zafer ifadesini gören
genç kadın, bir an önce oradan
kaçmak istiyordu.
“Oğlunu bilmiyor musun?” diye
ısrar etti Yakup…
“Hayır… benim bildiğim onun çok
güzel bir kızı vardı ve ailede tek
çocuktu. Ayrıca manken olduğu
doğru, ama ben onunla çıktığımda,
mankenliği bırakalı bir sene
olmuştu… Bana bir erkek kardeşi
olduğundan hiçbir zaman
bahsetmedi. Beni denemek için
soruyorsun sanırım?” Sesindeki
eğlenceli ton, havada asılı kaldı.
Yakup dâhil hepsi donup kaldı.
Ebru ise bayılmak üzereydi. Bunlar
ne demekti şimdi? Konunun
nereye gittiğini anlayamadığı gibi
adamın sözlerinin anlamsızlığı,
hayalindeki
»Sizden Gelenler
»Oxu zalına keç
