gözlerinde ateş gördüm. Aslında
böyle bir tonla demek istememiştim, ama
söyledikleri beni kızdırmıştı. Yüzüme vurmuştu
emirlerimi. Bir şey söylemeden sinirle telefonumda bir numara çevirip cevap vermesini bekledi. "Alo Selin? Benim, Nazlı... Yanında ekstra bir
gömlek var mı?... Sonra anlatırım, hem götür 8ci
kattaki toplantı odasına gel. Tamam canım,
bekliyorum." Öyle bir tonla konuşuyordu ki, sanki
bir saniye önce bana çıkışan kız o değildi.
Kardeşinin özel olduğu çok belliydi. Bir insanın ne kadar tarafı olabilir acaba? Telefonu kapatıp yine
önceki aynı sinirli ifadeyle nerdeyse yüzüme
fırlatacak gibi bana uzattı. Sakince telefonu alıp
cebime koydum. "Beklememi ister misin?" "İstemez! Selin gelecek şimdi, siz işinizden olmayın,
Savaş bey!" Sertçe çıkışınca sinirlerim tepeme
vurdu. Ona yaklaşmaya başladım. Ben yaklaştıkça
o şaşkın ama bir o kadar da emin bir ifadeyle geri
gidiyordu. Duvarla benim aramda kaldığında
duvara yaslanarak o bakışlarını bana doğrulttu. Bir adımlığımda durup yukarıdan aşağı yüzüne
baktım. Sinirden köpürüyordum ama, ona böyle
yakın olunca tuhaf hissettim kendimi. Gözüm
burnundaki çillere değdiğinde gülümsememek için
kendimi zor tuttum. Birden gözüm çenesindeki
garip renkli bir ize değdi. Bu morluk muydu? İçimden kendimi sövüp fikirleri kafamdan attım.
Bana ne ki ondan. "Bak şimdi, küçük kız! Sakın bir daha bana sesini
kaldırma, anladın mı?" Dişimin arasından
söylediğimde kaşı kalktı. "Yoksa naparsınız?" Diye sakince sorduğunda beni
bir kez daha şaşırttı. Bu kızın hiç mi korkusu yoktu? "Bence kimin patron, kimin çalışan olduğunu
unutuyorsun. Seni her an kovabilirim" emince
dediğimde dondu. Sanırım zayıf yerinden
vurmuştum. Aslında kovmayı düşünmüyordum
ama, yerini bilmesini istiyordum. Hiç kimse kafasına
göre bana öyle çıkışamaz! "Anladım, patron!" Patronu sözünü öyle bir
bastırmıştı ki, nerdeyse o sözü söylediğime pişman
olmuştum. Ama nerdeyse. "Güzel" diyerek son defa soğuk bir bakış atıp
arkamı döndüm ve
»Sizden Gelenler
»Oxu zalına keç