Selinin aradığını gördüm. "Efendim canım" "Nazlı nerdesin? Saatten haberin var mı senin? İş
mesaisi biteli yarım saat oldu! Aşağıda seni
bekliyorum" "Hadi ya! O kadar oldu mu gerçekten? Ya Selin,
benim bir az işim kaldı. Sen arkadaşına falan git,
ama sakın bensiz eve girme duydun mu?" "Tamam Nazlı, sakin ol, girmem. O zaman ben
Gizemlere geçiyorum. Senin işin çok sürer mi?" "Hayır, az kaldı. En fazla 1 saat. Ben gelince yolda
taksiyle seni alırım, tamam mı canım?" "Tamam, hadi öptüm, kendini fazla yorma" diyip
telefonu kapattım. Artık ayakta duramıyordum.
Yere oturup dosyaları karşıma koydum. 50-60
dosya kalmıştı. Kendimle gurur duyuyordum. Bir
günde yapışamayacak işi bir kaç saatte
başarmıştım. Yüzümde tebessümle işe koyuldum. O kadar kendimi kaptırmışım ki, Savaş beyin sesini
duyunca kalbim ağzıma geldi. "Kolun da mı o kazadan?" Sorduğunda kocaman
gözlerle başımı kaldırıp ona baktığımda başımda
durup yukarıdan aşağı beni izlediğini gördüm.
Ayağa kalkıp ona doğru dönmek istediğimde,
dosyaya takılıp öküzün tam kollarına düştüm. O
kadar yakındık ki, burunlarımız nerdeyse dokunuyordu. İfadesiz bir şekilde gözlerime
bakıyordu. "Evet ordan da, bundan size ne? Neden
soruyorsunuz?" Yine aynı şeyi yapmıştım. Savunma
moduna geçmiştim ve kendim istemeden kabaca
sözler ağzımdan çıkıyordu. Yaralarımı kurcalaması
hoşuma gitmiyordu. "Neden? Soramaz mıyım? Patronun değil miyim?"
Sakince dediğinde kaşımı kaldırdım. "Patronumsunuz da, yani benim özel hayatım
bence sizi ilgilendirmez" "Tüm çalışanlarımın her şeyi beni ilgilendirir." Bana
öyle bir bakıyordu ki, bakışları kafamı
karıştırıyordu. Söylediğinin doğru olmadığı
yüzünden belliydi. Sadece yaralarımı merak
ediyordu. Çalışanlarla bir alakası yoktu. "Yalan söylüyorsunuz" fısıldadığımda kaşları
kalkarak şaşırmış şekilde bana baktı. Halla
kollarındaydım, oradan çıkmak için de bir şeyler
yapmıyordum ve bunun nedeni kendim de
bilmiyordum. O da hala ellerimi belime sarmış
şekilde bana garipçe
»Sizden Gelenler
»Oxu zalına keç